Uncategorized

Her şeyin sonu mu?

Bir yandan her şeyin sonunu ilan edenler; öte yandan geçmişin dilini (Eski Yunan’ın, İslam’ın ya da 19. yy Marksizminin vs.) kullanarak buna şiddetle karşı çıkanlar… Hangi taraf doğru? Kim haklı?

Bildiğimiz anlamda sınıfların, felsefenin, bilimin, şiirin (Adorno?) ya da romanın (Philip Roth?) sonundan bahsetmek bir “entelektüel” nihilist çılgınlıktan ya da küçük burjuva şımarıklığından mı ibaret? Bu tartışmayı yapmaktan kaçınamıyor oluşumuz, bir son duygusundan kurtulamıyor oluşumuz aynı zamanda reaksiyoner cevaplar yaratıyor. Bir suçlu aranıyor ve çeşitli isimler takıyor reaksiyonerler. Bu isim takmaların en ucuzu, en banali ve komiği: “Seni postmodernist seni! Hep senin yüzünden bütün bunlar!” İronik olan şu ki, kullanılan “arkaik” dil, suçlamayı yapanları her şeyden çok postmodern kılıyor.

Her şeyden önce bizzat bu tepkiler, Zeitgeist’da bir semptoma – suçlamalarla, arkaik dil kullanmakla çözülemeyecek bir kırılma momentine, bir yarığa işaret ediyor.

Bu blogdaki yazılar, söz konusu kırılmayı kendince anlamlandırmaya, bu krizin etrafından dönmeye çalışacak. Bunu yaparken, alalade bir blog olmanın avantajını kullanmaktan çekinmeyip, hata üzerine hata yapacak, gerektiğinde sıkıcı ve bol miktarda informal bir dil kullanacak ki; yazarının zihni bu konuda “inşallah” daha bir billurlaşsın ya da temizlensin… Dünya ne kadar bencilse, o kadar bencil bir blog olacak kısaca. Ama “düzeyli” olduğu sürece her türlü önerinize, yorumunuza sonuna kadar açık, elbette…

Bu arada “ismini” tabii ki Julian Barnes’ın o enfes romanından alıyor.