Gündelik siyaset tam anlamıyla zihnimizi kuşatmış durumda. Bundan bahsetmeksizin tek bir cümle kuramıyoruz. Şu son birkaç senedir ülkede yaşananları bir gözden geçirsek, elbette bunun geçerli sebepleri olduğunu görüp, anlamaya çalışabiliriz.
Ama zihinlerin iğdiş edilmesini nasıl kabulleniriz? Kirli görüntü ve ses bombardımanına uğramış bu zihinlerden nasıl düzgün bir bellek, yerinde bir akıl yürütme, sağlıklı duygular bekleriz? Bekleyemeyiz.
Akademik dünyadan ise hiç bekleyemeyiz. Batının tezgahından geçtikten sonra, ona % 99’u çöp olan makaleler döşemenin ötesine geçmesi imkansız bir kurumun kariyeristlerinden böyle bir şey beklemek, “meslektaşlarıma” ciddi bir haksızlık olurdu. Aslına bakarsak, tüm dünyada neredeyse hep böyle… Hangi harbi düşünür üniversiteden çıkmış ki? Kurumsallığın talepleri (makale – proje gibi), kurumun kendi doğasından kaynaklı muhafazakarlığı, başından sonuna düzmece, bürokratik, hantal bir grup profesörün düşünmek cesaretini maalesef en baştan kırıyor; onları körleştiriyor. Bir akademisyenin düşünmesi ancak akademisyen kimliğini üniversitede bırakması ile mümkün. Öncelikle üniversite dışında “sivil” olmayı öğrenecekler…. Akademik cüppelerini çıkaracaklar ki; beyinleri özgürleşsin. Üniversitenin dışında, örneğin televizyonlarda, twitter’da, topluma hitabeden (akademi dışı) kitap başlıklarında bile titrini kullanacak görgüsüzlüğü olan birinden, düşünmenin hakkını vermesini bekleyebilir miyiz? Onları besleyen dalkavuklardan hiç söz etmiyorum bile.
Öyleyse aklı kamuya açabilmenin yollarını bulmalıyız. Zor olan bu.