Bu bloğu açar açmaz ihmal ettim, biliyorum. Yazmak ciddi bir sabır ve çok daha önemlisi cesaret istiyor. İtiraf edeyim ki, internete açık olması iyiden iyiye geriyor beni. Bunun dille, ülkeyle, insan kalitesiyle bir ilgisi var elbette. Bu nedenle iyice olgunlaşmış bir şeyler çıkıncaya kadar kapanmak çok daha iyi olabilir. Şimdilik en azından kısa bir hesap vereyim.
Aradan geçen zamanda, bahar/yaz boyunca bolca not tuttum, verimli denebilecek okumalar yaptım. Özellikle algı, yanılsamalı bellek, nedensellik, anlam, açıklama, öngörü, kuantum gibi konulara gittim gittim, geldim. İşin çetrefilli tarafı bu konuların ancak ya “akademik” dar – kalıplaşmış bir dilde ya da “akademi dışı” tamamen “anlamsız” bir hoyratlıkla tartışılabilmesi buralarda… Şimdi adını saymayacağım, bir elin parmaklarını geçmeyen ve bana feyz veren iyi örnekler de var elbette… İş başa düştü ise; bunu kendi kafamda dolaştıracağım, tartacağım öncelikle diyorum kendime. Bu ülkenin artık beyinleri iflas ettiren bipolar ve hiper-politik ortamından kendimi bir nebze koruyabildiğim sürece becerebilirim gibi geliyor: Yes we can! Düşünebilmek için iyi ve görece durgun bir referans noktası seçebilmek lazım. Her şey o kadar hızlı yaşanıyor ki buralarda; bunun etkisine kapılırsan gerekli zihinsel ve duygusal duruluğa sahip olmanın hiçbir olanağı yok.
Şimdi bayram tatili. Tatil dönemimi bayramdan önce kapadım. Herkesler gitti ve gelecek ayki iki konferans için sunumlarımı bahçede hazırlıyorum, mezuniyeti yakın doktora öğrencimin hakemlik kararı açıklanmış makalesini “revize” ediyorum, seçtiğim metinleri okuyorum… Resmi tatillerde çalışmak, resmi tatiller dışında ise “tatil” yapabilmeyi ise büyük şans addediyorum. Hele ki İstanbul böyle trafiksiz kalınca sana…
Kafamda düşünceler eskiye göre çok daha fazla ilerlemekte, giderek olgunlaşıyor; ama herkese henüz açacak durumda da değilim. Fırsat buldukça notlar alıyorum. Gelecek ay Belçika’da Anvers’te katılacağım konferans empirik bilimle felsefenin kesiştiği bir yerlere denk düştüğü için bana heyecan verici geliyor. Benim de bir konuşmam olacak. Sunum başlığı: “Neural oscillations, circular causality and the implications for nature”. Geniş özeti buradan görülebilir.
Geçen hafta Kaz Dağı kamp yerinde yakınlarda kaybettiğimiz İskender Savaşır’ın “edebi” ince sayılabilecek Masaldan Sonra isimli ilk kitabını okudum. Bu arada şimdi Nadir Kitap’tan kontrol ettim; geçen ay en az 6-7 tane vardı sadece tek bir baskısı 1992’de yapılmış bu kitaptan… İnanabiliyor musun? Tümü tükenmiş kitapların…. Demek ki vefat edince, herkesler edinmek istemiş. İyi ki erkenden davranmışım!
Kitaptan bu bloğun ismine uygun düşeceğini sandığım, altını çizdiğim şu alıntıyı yapayım da gideyim artık:
“Toz kokuyordu… İnsanlığın önünde değil, küçümsemeyi öğrendikleri kişilerin alkışları için oynuyorlardı. Kimsenin bir şeye aldırdığı yoktu… Ağızlarında bir kül tadı sahneyi terkettiler. Ertesi sabah yine çıkmak üzere…”
“Ama büyük adamların modası çabuk geçti. Birden ortalık kalabalıklaştı. Düşmanların yerini onların varlığına aldırmayan birileri, kimler?, aldı. Kendilerini besleyen düşmanlığın, karşı koymanın yitişine dayanamadılar. Aslında bir seraplar dünyasında yaşadıklarını, bir gölgeler ordusuyla boğuştuklarını kabul etmektense, hepsi birer birer dış dünyaya açılan pencerelerini kapadılar. Eksikliğini duydukları düşmanlığı kendi dünyalarında yarattılar. Aşkları yatak oyunlarına dönüştü, tutku yerini orta karar bir sapkınlığa, büyük düşmanlıklar yerini küçük hesaplara, küçük çekişmelere bıraktı.”