“Dar kapıdan girin. Çünkü yıkıma götüren kapı geniş ve yol enlidir. Bu kapıdan girenler çoktur. Oysa yaşama götüren kapı dar, yol da çetindir. Bu yolu bulanlar azdır.”
(Matta, 7:13)
Yazı, söz ve iletişim yavaşça aramızdan sıyrılıp gitmekte… Bu sadece bizim ülkeye özgü bir durum da değil… Okuduğum en iyi İngilizce metinleri yazan blogger’lar dahi artık Facebook ya da Instagram ortamlarında yaptıkları yemekleri, gezdikleri yerleri, arkadaşlarıyla olan fotoğraflarını paylaşmakla yetiniyorlar; o eski şahane yazılarından bir eser yok.
On sene öncesini hatırlıyorum da, kimse fotoğrafını öyle rahat paylaşamazdı. Yüzünü göstermek neredeyse büyük bir tabuydu. “Smiley”leri öyle fütursuz ve çeşitli kullanmazdık. Sonra birbirimize harbiden uzun cümlelerle hâl hatır soran, fikir paylaşan, dertleşen uzun e-postalar ya da mektuplar atardık; o uzun mesajlarda şimdilerde pek rastlanmayan bir samimiyet vardı. Çok değil, en fazla on sene önceden söz ediyorum.
Şimdiki zamanlarda, sosyal medyada herkes sadece kendini “beğenen”leri takip eder oldu; ya alkışlayan ya da yuhalayan ama bir ötekinin sesini duymak dahi istemeyen ezici bir çoğunluk kapladı ortamı. İmgeler herkesi ezdi geçti. İmgeler hemen herkesi narsisist bir taraftara dönüştürdü. Bireyler bir yığına; “biz”e ya da “siz”e dönüştü.
Kieerkegaard 19. yy’da devrim sonrası değişen çağ bahsinde şöyle diyordu:
“… Devrimci çağ bir eylem çağıyken, bizim çağımız reklam ve tanıtım çağıdır… Bugünün gençleri arasında herhangi bir konuyu derinlemesine kavrayışla, dört başı mamur bir şekilde öğrenme neredeyse düşünülemez; bunu gülünç bulacaklardır.
… Asil ve iyi eylemler çağı geride kaldı, şimdiki çağ ise peşinen tanınmış olduğunda bile beklenti çağıdır. Kimse belirli bir şey yapmaktan tatmin olmuyor, herkes hiç olmazsa yeni bir kıtayı keşfetmiş olmanın yanılsamasına yaslanan düşüncesiyle pohpohlanmış hissetmek istiyor.”
Asırlar öncesinden bir feryat gibi metne kazınmış bu cümleler size de tanıdık gelmiyor mu?
Olan oldu artık, ve yüksek çözünürlüklü şu imgeler üzerinde bir emek verilmesi gerektiren yazının ve otantik sözün yerini aldı… Resim ve video, yazının ya da işitsel olanın aksine çok çabuk bir şekilde bilişsel aygıtınıza girer, sizi uyarıcı materyalin bıraktığı etkiye maruz bırakırken, aktif olarak düşünme gücünüzü elinizden alır. Bu özgürlüğünüzden olmanız demektir aslında. İmgeye boyun eğmeniz, onun ötesinde bir dünyayı düşlemenizin ketlenmesi anlamına gelir. Hızlıca dopamin salgılatır size imge, kısa süreli eğlendirir ama amansız hükümranlığı ile sizi iktidarsızlaştırarak yapar bunu; sabırlı bir duygu ve akıl vasıtasıyla inşaa süreci kurabilmenizin en baştan önüne geçer…
Elbette ki tek bir link’e tıklayıp, birkaç on saniyede indirebiliyoruz en lezzetli klasikleri, Platon’u, Aristoteles’i, Descartes’ı, Kant’ı vs… Ama imgelerin pornografisi öyle kuvvetli bir ışıkla kamaştırıyor ki gözleri, kör yarasalara dönüveriyoruz. Demek ki görmemezlik için hiç de öyle sanıldığı üzere karanlık zamanlara ihtiyacımız yok! Bilakis, yoğun bir aydınlık da körleştirip, duyarsızlaştırabilir sizleri.
Sözün değeri ne kadar da düştü? Özel yahut kamusal alanlarda egomuz okşanmıyorsa, söylenenin hiçbir kıymeti yok gibi. Halbuki bir zamanlar küçük bir kasabada çıkarılacak mürekkepli kalemle yahut daktiloyla yazılmış ufak bir broşür binlerce insanı harekete geçirebilecek kudrete haizdi… Matbaalar adeta silah depoları gibiydi. Şimdilerde makyajlı videolar izleniyor izlenmesine de; o enformasyon yığınının kimsenin beynini yahut bedenini harekete geçirdiği filan yok. Bir videoda muhatabınızı kolaylıkla manipüle edebilirsiniz; çünkü orada saniyede yirmi dört adet ardı sıra geçen kurgulanmış imgeye maruz bırakıldığınızda, düşünmek eylemi tamamıyla bloke olur. Video sizin yerinize sizin için çoktan “düşünmüştür” bile.
Mizah eklentili ikonofillerin kapladığı, aydınlanmanın yerini “fazla parlak” sinematografik bir yeni Ortaçağ’a bıraktığı zamanlardayız, demek ki… Sonu belirsiz ve aşırı flaştan körleşmiş yarasaların kapladığı cesur yeni dünya bu. Çok uzun bir süre ezici çoğunluk için imgenin pornografisinden kaçış için bir yol kalmadı.
Kısa vadede bir geriye dönüş mümkün görünmüyor. Öyleyse gözlerini özenle sakınacak ve adım adım “dar kapıdan” geçebilmek sabrını gösterecek küçük bir azınlığa bağlıdır artık, umut.