eleştiri · yeni · şimdiki zaman

İlerlemecinin kibri ya da çöküş

Sıklıkla “gelişim”in bizatihi “iyi” bir şey olarak farz edildiğini duyuyorum çevremde. Büyüme, refah, verimlilik, ilerleme, çoğalma, artma, kalkınma gibi sözcükler de benzer bir şekilde olumlu babda kullanılıyor. Tersi ise, hem de devrimcilik adına, hiç düşünülmeden “gericilik” denilerek lanetleniyor. Peki bir saat ileriyi gösteriyorsa, onu geri almak “gericilik” midir gerçekten?

Gelişme, ilerleme ve çoğalmanın modern kapitalizmden kaynaklı olarak dimağlarımızda edindiği yer aşikar… Boşuna tembelliğin aristokratik tipi olarak resmedilmiş, iyi huylu ancak atalet içinde gelişime direnen Oblomov söz konusu aynı isimli romanın sonunda ölmemiştir. Gelişimin önünde direnirsen, yok olur gidersin. İyi niyetli, aptal ve müzmin bir loser olarak lanetlenmiştir Oblomov. Arkadaşı yenilikçi Stolz ise romanın baş hatunu güzel Olga’nın gönlünü kazanır. Ya da çocukluğumuzda en iyi bildiğimiz fabllarda keyif içinde çalışmayan ağustos böcekleri kötü örnekler olarak boşuna resmedilmemiştir. Ya da kurnaz tilkiler göklere çıkarılırken, ağzındaki peyniri ona kaptıran “idiot” kargalar boşuna lanetlenmemiştir… Bütün bu öykülerde her şeyin ölçüp, biçildiği, hesaplandığı batılı modern çağın faziletleri olarak anlatılır; ve modern zihin bunu öylece kabul etmeye hazırdır. Öyle ya, şimdi “internet” denen şey sayesinde öyle bir geliştik ki, dünyanın her yanına ulaşabiliyor, bulunduğumuz yerden diyelim Çin’deki biriyle haberleşebiliyoruz. Zamanı ve mekanı, tekniğin gelişimi sayesinde ulaşım araçlarıyla kat ediyor, onu küçültüyoruz. Bunlara kalırsak bir de beyinlerimizi bilgisayarlara upload edip, Gılgamış’tan beri insanlık fantezisi olarak “ölümsüzlüğe” bile erişebileceğiz (!). Bence korkutucu olsa da bazılarının cidden inandığı (post)modern çağın akıl almaz bir masalı daha…

Olan biten her şey, teknik gelişimin eliyle, aklımızı başımızdan alacak kadar baş döndürücü değil mi? Fakat arada biz de ruhsal ufalıyor olamaz mıyız? Michelangelo Antonioni’nin bir filminde (Beyond the clouds) bahsi geçen hikâyede bir yerlinin beyaz adama ettiği şu sözü hatırlayarak diyorum bunu: “O kadar hızlı gidiyorsunuz ki, ruhlarınız geride kalıyor

Gelişmekte harika beceriler gösteren kötü huylu kanser tümörleri var bir de. Kontrolsüz olduğu kadar estetik bir gelişimle, saldığı kimyasallarla hücrelerin kan ve oksijenden beslenir; kritik metastaz aşamasıyla birlikte kanın akışına karışarak vücudun diğer organlarına yayılır. Tümör yayılımının estetikliği karmaşık bir matematiksel denklemi izlemesinden ileri gelir. Sonra da bir tüm vücudu iflas ettirerek mutlak zafere erişir. Gelişimse gelişim, güçse güç, çoğalmaysa çoğalma; ilerlemecinin kullandığı tüm kavramlar kötü huylu tümör için birebir gibidir.

Bu düzen, hükmü altındaki kalabalıklara çoğalmayı emrederken, kodsal yapısı gereği aynı zamanda içeriği boşa çıkarıyor. Bu yüzden ölçmek, biçmek, hesaplamak sonunda akıl almaz verimlilikte bir gelişime hizmet ediyor. Ne var ki virtüel rakamsal çoğalma, reel içeriksel boşlukla birlikte geliyor. Yaklaşmakta olan çöküş de böyle bir arogansın, aptalca bir kibrin ürünü oluyor. Tanrının yerini almakla övünen arogant, yaptıklarıyla övünürken, tüm zaman – mekana yayılıp, onun herhangi bir koordinatına ulaşabilirken, yapayalnız olmaktan şikayet ediveriyor. Sıkılıyor. Sıkıldıkça sapıtıyor.

İngilizce’ye bile can sıkılması (boredom) sözcüğü 19. yy’ın ortalarından itibaren gelmiş. Zamanla ilgili kavramlar (Örneğin, “vakit nakittir” ya da “time flies” gibi) da tahmin edilebileceği gibi fabrikalarda kartlı sistem uygulamaları ile batı dillerine girmeye başlıyor.

Romantiklerin öncülü sayılabilecek Jean-Jacques Rousseau, söylendiğine göre, neden 1750’de saatini bir kenara atıp fırlattıktan sonra, “Çok şükür, artık zamanın ne olduğunu bilmek zorunda değilim” demiş olabilir?