Leonard Cohen’e bir röportajda soruyorlar. “Neden kötümsersin?” “Kötümser, gelecekte bir fırtınanın kopacağını, sağanak yoğun bir yağmurun yağacağını düşünür. Ben ise en başından beri sırılsıklamım”, mealinde bir şeyler söylüyor.
Belli ki uzun bir süredir büyük bir yıkımın eşiğindeyiz. Bu ilk kez olmadı. Tüm dini ve mitolojik hikâyeler bu tekerrür edip duran yıkımın insanın doğasına içkinliğini bize hatırlatıp, durdular. Tevrat’ın en tanıdık ilk kitabı Genesis’i hep bunun hakkında mesela. Cennetten kovulmadan başlayıp cinayete, sürgüne, ihanete, yalana, dolana, katliama, açgözlülüğe, güç seviciliğine, yıkıcılığa hep işaret eder. Bir takım “kötülerde” değil, en seçilmişlerde, peygamberlerde dahi bu günahın en ağır şekillere işlendiği öykülenir.

Söz konusu olan, insanın hem toplumsal hem bireysel düzlemde asırlardır kendiyle mücadelesidir. Bize bu acayip zamanda miras kalan da bu işte. Tüm bunlara işaret ederken, “arabesk”, kibirli, sözde entelektüel itirazlar etmek, ve buna dayanarak mücadeleden vazgeçmek gibi bir tehlike de var. Hüznü etrafa caka satmak ve/ya onun kendisinde boğulmak için; ya da kendisini “günahsız” sanmanın ben merkezli körlüğünde değil de, kendi hakikatimizi duyumsamak, eylediklerimizde sorumluluk almak cüreti için değerlendirmek gerek.
Beri yandan bakınca tüm o hikâyeler aslında evrimsel süreçte bizim kodlarımızda toplanan alışkanlıklarımızın sonucu olarak varlar. Bir nevi kendimize kendimizi hatırlatıyoruz. Fakat şimdi özellikle orta sınıflar “kaçmak” için yol arıyorlar. Belki imgelerde boğularak, belki kısa süreli hazlar peşinde koşarak ve etrafa yalandan bol emojili kahkahalar atarak… Ama kendi evlerinde, yani ruhlarında, için için ağlayarak…
“Yeni” Ahit’in teklifi bu yüzden olsa gerek, doğru yola sapmaya niyet ettiğimiz andan itibaren günahların silinmesidir. Bana göre geçmişin yükünün aslında şimdi’de varolmadığını; o yükü bunu idrak ettiğimiz andan itibaren yeni’ye dönüştürebileceğimizi, kurguları yok etmenin imkânlarını müjdelemektedir, İsa’nın çarmıhta gerilmesi… Kandırmacı bir iyimserlik içinde değil de, şimdi’de, tam bu anda bu yıkıcılığa karşı ses çıkarabilmenin imkanlarına işaret etmekte ısrar etmek gerekir. İşaret etmekle kalmayıp, tüm tavrımızla hüzünden bağımsız olmayan bir neşeyi etrafa yansıtmaktan kaçmayarak…
Kısa vadede umudum da yok, işin doğrusu. Belki mevsim sonbahar ondan. Belki savaş var; belki açgözlülük ve fanatizm her yerde muzaffer diye görüyor gözlüklerim. Ülkemde milliyetçiliğin bu denli satması bu yüzden. Sol ya da sağ, kadın ya da erkek, liberal ya da sosyalist, Kürt ya da Türk hiç bir tarafın diğerini dinlemeye bile tahammülünün olmaması… Bu ortamda ses çıkarsan, duyulabilir mi? Yığınların narsisizmini kuvvetlendirecek kümelere girip, çığırtkanlık yapmaktan başka bir şey olmayan bir ahmaklığa batması… Yapılacak olan içe kapanmak mıdır bu durumda? Buradan da negatif bir romantizm çıkarmayacağım. Aman! Sadece alternatif üçüncü sesler çıkarmanın yollarını bulmamız lazım. İnsan olabilmenin, paylaşmanın, dayanışmanın ve, müstehcen kahkahaların değil de sahici olarak gülüşlerin yolları her ne ise onlara yönelmenin… Bu doğrultuda adımlar atarak direnenlere de koca bir şükranla bakmanın. Çünkü iyi emsallere ihtiyacımız var. Hepimizin.