duyumsayıklamalar · ironi

Anlaşılmak

Aynı sözcükleri ve hatta kavramları kullananlar sıklıkla çok farklı şeyler anlarlar. Bundan bazılarımızı devrim ertesi “eski” yoldaşları kurşuna dizerler. Trajedi, burada dil’in – zorunlu olarak – tekleştirici kıskacından kaynaklanır. Sözcükler en az bayraklar kadar yanıltıcıdır. Aynı imgelerden bireyler, aşıklar, sınıflar, halklar türlü hayaller kurarlar. Ve gün gelir, hayaller çatışır. Hayaller, bir zorbanın elindeyse paslı ve kanlı bir kılıca dönüşüverir. İdam mahkumunda gözlemlenen o son gülümseme, neşeden değil de bu yanlış anlamadan kaynaklı, anlam verememekten beliren trajik şaşkınlıktır.

Nikolai Bukharin and stalin.jpg
Stalin ve Buharin

 

eleştiri · ironi · şimdiki zaman

Zombiler, zombiler her yerde

“Vielleicht ist heut der letzte Tag
Den du noch hast zu leben
O Mensch veracht nicht was ich sag
Nach Tugend sollst du streben.”
Bir eski Alman halk şarkısı

Marcus Aurelius diyordu asıl korkmamız gerekenin ölüm değil de, yaşama asla başlayamamak olduğunu. Elbette günümüz insanı bu denileni – almış gibi yapsa da – asla ciddiye almayacaktır. Modern yaşam en başından beri ölümün yadsınması ve nihayetiyle de “ölümsüzlüğün” fethi üzerine kurulmuştur. Harari’nin bir kitabında aktardığı üzere Google gibi dünya imparatorluğunu sahiplenen büyük tekeller misyonlarında açık açık ölümsüzlüğü amaçladıklarını ifade eden şirketler kurdurmaya vardırmışlardır işi… İmparatorluğun hegemonu ABD’de yapılan harcamaların iki ana dalı vardır: biri savunma adı altında saldırı, daha doğrusu savaş (ordu); ikincisi sağlık adı altında, ölmeme (NIH)…

Ölmeme, bir tür zombiliğe karşılık düşer. Şeyleşmiş içeriksiz yaşam artık her şey gibi uzunluğuyla ölçülüyordur. Aynı kullanım değerinden soyutlanmış olarak tanımını bulan içeriksiz meta gibi ölçüme tabidir, “yaşam” olarak adlanamayacak satılığa çıkarılmış ömürler… Marx şaheserinde değer teorisini anlattığında pamuk, demir, buğday gibi materyal objeler üzerinden denklemler kurarak örnekler veriyordu. Artık çok daha göz önünde olan çeşitli markalı zombi bedenlerden tezgahlanmış ömürler halbuki. Örneğin Paris’te tankla ezilen Fransız zombilerin ömrünün değeri Ankara’da bombalananların iki katıdır. Ankara’dakilerinki Gazze’dekilerin iki katıdır. Gazze’dekilerin ise Kongo’dakilerin birkaç katı olmalıdır. (Pardonne-moi, ma chérie, fakat Kongo’da bir şehir ismi bilmiyorum). En tiksinç olan ise sosyal medya köşelerinde vicdanıyla ve kuşkulanamayacak samimiyetleriyle, meşrebleri uyarınca belki timsah ya da başka bir mahlukatın gözyaşlarını dökenlerdir. Göz yaşlarını akıtmaktan çekinen, favori Beethoven senfonileri dinlemekten çekinen Lenin’lere hasret duyarız bu çağda.

Ellerinde yürüyen arabalarıyla ayağa kalkmış sürüngenler (reptilus erectus) olarak görünen süper marketlerde alışveriş eden yalnız yaşlıları anımsatır zombiler… Erken ölenlere boş zamanlarında hobi olarak acıyanlar, çıplak bir hayatta kalmanın ötesinde bir şey düşünemeyeceklerdir. Onlar hep kavuşamadıkları daha iyi bir lunapark arzusuyla tutuşan ve canları her daim çok fena sıkılanlardır. Ölümü unutmak için yapıp ettikleri artık beyhude bile değildir… Kabuslarına ölümden kaynaklı dehşetin sirayet etmesinin bir manası kalmaz bu denklemde. Zira birleşik mega süpermarket ve alışveriş merkezleri krallıkları habitatında ellerinde telefonlarıyla sürünen irili ufaklı çeşitli meblağlarla etiketlenen bu mahlukatlar zaten artık çoktan ölmüş olan Tanrı’nın kabusunun bir tecellisi olsa gerektirler. Freudian bastırma mekanizması bile sönümlenmiştir, bu hayatta kalmaklığın, ölememenin cehenneminde.