eleştiri · Nizetzsche · orta sınıf · şimdiki zaman

Kafalardaki maskeler

Tarihte ilk resmi sigara karşıtı kampanya Alman Nazi hükümetine kısmet oldu diye biliyorum. Bizatihi Hitler yeminli bir sigara karşıtıydı, etrafındaki bağımlı arkadaşlarına sigarayı bıraktırmaya uğraşırdı. Bunun yanında hayvanseverliğiyle de bilinirdi, son yıllarında bir vejetaryen olmuştur. Gün içinde düzenli sağlık amaçlı yürüyüşler yapmayı severdi. Ayrıca ırksal temizliğinin haricinde, beden temizliğindeki obsesyonuyla da bilinen Führer’in başka bir ilginç yanı da gün içinde dört defa duş alma alışkanlığıdır.

Şaşırtıcı değil. Geçen senelerde Nazi hükümetinin sigara karşıtlığı kampanyasını anlattığım orta sınıf hassasiyetleri kuvvetli bir grupta tepki çektim. Açık havada dağda bayırda yapacağımız bir etkinlikte “sigara içme” yasağı getirmeye çalışanlar üzerine çıkan bir tartışmada oldu bu. Nasıl olur da birileri onları pasif “zehirlemeye” kalkışmaya cüret ederdi? Aynı tipolojiye sorsanız, komşusu zırnık gürültü yapamaz, aşk’ı yüceltmeye kalkışır da, sigara içen kirli bir tipe asla “aşık” olamaz, küfürlerde semantik – etimolojik analiz yapmaya kalkışıp, sadece tende ve bedende değil sözcüklerimizde ve tarihte bile hijyen arar. Farkında olarak ya da olmayarak, kontrol toplumunun gönüllü polisine dönüşmüştür bu güruh. Führer postmodern dünyamızda reenkarne olsa, eminim onlarla gurur duyacaktı.

Aynı tipoloji, şiddet’in her türlüsüne karşı olduğu iddiasındadır. Sanki fiziksiz biyolojisiz, sürtünmesiz, hareketsiz, kimliksiz, cinsiyetsiz, kirsiz passız, pür simüle bir ortam obsesyonu içerisindeymiş gibi konuşur, ona göre hareket eder. Uzay – zamanda varolmakta olanı olduğuyla kabul edemez bir türlü. Sürekli kontrol, sürekli çeki düzen verme hastalığından mustariptir. Örneğin futbolda bile “adaletsizliğe” izin verilmez bu simüle toplumda, kameralarla yeniden ve yeniden zamanı geriye alarak, tartışmalı pozisyonların izlenmesini ve öyle karar verilmesini gururla emreder. Bir Maradona’ya, Tanrı’nın eline, yani “ilahi”, zorunsuz edime, bir mucizeye izin verilmez orada.

Özgürlüğü de tanımlamış olduğu bu temiz kişisel alana hapseder. Lince ve lanetlemeye bir hayli yatkın, “akıldan bihaber” ama kendini pek akıllı sayan acayip orta sınıf obsesif mentalitenin hegenomik meşruiyetinin tavan yapması ile, sıradan bir viral epideminin toplumun bireyleri üzerindeki etkilerinin neler olabileceğine şahit olundu bu ülke özelinde de. Binde bir oranında bile olsa ölebiliyor olabilmelerini bir türlü kabullenemediler. Cuma günü işten çıkan, muhtemelen buzdolabı boş bir işçinin ani sokağa çıkma yasağıyla marketlere üşüşmesini, Kola almasıyla bile çok bilmiş malumatfuruş bir akılsızlıkla alay edebilecek zavallıklara düştüler.

Malangatana Ngwenya, Mozambik, 1967 (Londra, Tate Modern, 2019)

Daha da korkunç olan, bir hastanın yalnız bırakılması, bir cenazenin bile yapılamaz hâle getirilmesiydi, bedenin yalnız başına teknik önlemlerle betonlanarak gömülmesinin meşruiyet kazanmasıydı. Veba ve benzeri çok daha ciddi bulaşıcı hastalıklardan, kıtlıklardan, toplu kıyımlar gibi çok çeşitli belalardan geçmiş insanlığı akla getirince, en katı dindar topluluklarda dahi, yüzlerce yıl aktif kalagelmiş ibadethanelerin alkışlar eşliğinde kapanması, aslında çoktan bambaşka bir çağa sürüklendiğimizin en tipik işareti oldu.

Toplumun bir toplum olabilmesinin en temel özelliği “ritüellerimiz” değil miydi? Orta sınıf tipolojisinin küçümsediği sembolik ortak kodlarımız değil miydi bizi “insan” kılan, öteki ile ilişkilenmemizi ve iletişmemizi sağlayan?  

Mesele prima facie göründüğü gibi sigara bağımlılığı ve akciğer kanseri meselesi değil. Temel insan korkularını aşan bir yere sürüklendik. Bir yığınsal canavara dönüşen, kendini haklı ve ötekini küçük gören bu akılsız sürü ahlâkında, bahsettiğimiz bu Aryanik güvenlik saplantılı korkak mentalitede, özel alan ve hijyen saplantısında, aslında bildiğimiz anlamda yaşamaya hiçbir yer yok. Kendi elleriyle kendileriyle birlikte hepimizi nefessiz bırakıyorlar. Ölmemek adına elinden geleni ardına koymayacak ama aynı zamanda otantik anlamda bir yaşama da olanak vermeyecek bir simülasyonu, küresel pazar ekonomisinin ve güçlerinin muazzam desteğini alarak Platon’un ünlü mağarasına çok katmanlı duvarları ördüler. Gölgelerin gölgelerinin gölgelerine maruz kalan seyircilere dönüverdik. Fakat yaşam, çıplak hayatta kalmaktan çok ötede organik, riske, devinime, mucizevi zuhura yani yeniye açık olduğunda kendini otantik olarak örgütleme şansına sahip olabilir, bu tımarhaneden çıkılabilir.

Maskeler ne de çok yakışıyor şimdilerde Nietzsche’nin poetik başyapıtında tasvir ettiği Son İnsanlar’ına:

“Son insan en uzun süre yaşayandır. Biz mutluluğu bulduk der – son insanlar
.…
Hasta olmaya ve güvensizlik duymaya günahkârlık gözüyle bakar son insanlar: temkinli olurlar. Hâlâ taşlara ya da insanlara takılıp tökezleyen, budaladır!

Çalışırlar hâlâ, çünkü çalışmak bir eğlencedir. Ama eğlenceden bitkin düşmemek için de önlem alırlar.

Herkes aynı şeyi ister, herkes aynıdır: başka türlü hisseden kendi ayağıyla gider tımarhaneye.

Kurnazdırlar ve bilirler tüm olup biteni: bu yüzden sonu gelmez alaycı sözlerin. Hâlâ dalaşırlar birbirleriyle, ama uzlaşırlar çok geçmeden de – yoksa mahvolur mide. Gündüzün yaşanan küçük keyifler de var, geceleyin yaşananlar da: ama özen gösterirler sağlığa.”