
Uzun zamandır uzak yollardan sabırsızlıkla beklediği manitası, namüsait hava koşullarını bahane ederek son anda gelmekten vazgeçmişti. O, hiç istifini bozmaksızın, Cumartesi akşamı için planladığı üzere lazanya pişirmeye koyuldu. Market alışverişini önceden yapmıştı. Yine de emin olmak için buzdolabına baktı. Lazanya için gerekli bütün malzemeler tamamdı. Malzemeleri mutfak tezgahına koydu. Ocak, tencere, tava, fırın, bıçak, rende, hepsi hazır ve nazırdı. Fakat her nasılsa, bir türlü lazanya yapamıyordu.
Bilmediği bir günah mı işlemişti? Tanrıya veryansın etti:
“Keşke dilediğim yerine gelse
Tanrı özlediğimi bana verse!
Anlayamadığım büyük işler yapıyorsun
Her şeye gücü yeten Tanrım, sen de görüyorsun ya
Her malzemem tamam, neden lazanya yapamıyorum?”
Tanrı artık çok yorulmuştu, Cumartesi hariç haftanın kalan tüm günlerinde dinleniyordu. Şabat gününde ise dünya durumlarına şöyle üstünkörü bir bakıyor, günü genelde kahkaha atarak geçiriyordu.
Kahramanımızın kulağına ilahi alemden şöyle bir ses erişti:
“Dur da düşün Tanrı’nın şaşılası işlerini
Kendini haklı çıkarmak için beni mi suçlayacaksın?
Sana verdiğim aklını kullan, ey zavallı kulum!”
Akıl mı? Akıl bu konuda doğrusu hiç bir işe yaramıyordu. Kahramanımız feryad-ı isyanına devam ediyordu. Buna karşılık Tanrı’nın bu zavallı kulunun düştüğü duruma binaen bitmek bilmeyen kahkahalarından bıkıp usanan Şeytan devreye girmek zorunda hissetti kendini.
Yusyuvarlak sıcacık hatlarını açıkta bırakan kırmızı bir elbise giyinmiş, endamı lezzetli buruk şarap tadında cilveli bir hanım donunda beliren Şeytan’ın çaldığı kapıyı açınca, gördüğü kösnül manzaradan nutku tutulan kahramanımızın aklı o anda işte tamamen gidiverdi. Aklı bir kenara bırakınca, nihayet şimşekler çaktı üzerine, aydınlanıverdi: Eksik olan lazanyaydı! Lazanya olmadan lazanya yapılamazdı, elbette… Bunu gören Tanrı şöyle bir homurdanarak uykuya daldı.